Salih Kılınç

Salih Kılınç

Anlatamam derdimi dertsiz insana, Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez

“Veysel, günler geçti, yaş 60 oldu

Döküldü yaprağım, güllerim soldu

Gemi yükün aldı, gam ile doldu

Harekete kimse mani olamaz.”

(Aşık Veysel)

Ulu Ozan cenneti mekân Âşık Veysel misali, yaşımız 59 oldu. 60’a az kaldı. 13 yaşında babasız kaldık. Allah uzun ömürler versin, ellerinde öpmeye doyamadığım annem Hacı Kamer Sultan, bana ve 2 kız kardeşime yokluk göstermemek için bazı günler uykusuz 24 saat fabrikalarda bobin sarardı.

Sağ, sol çatışmalarının en kanlı günlerini yaşadım. Günde 5-6 insan öldürülürdü. Üniversite yıllarında otobüslere para vermemek için Buca’da bulunan okulumdan kaldığım yurdun bulunduğu İnciraltı’na kadar yürürdüm.

Sonra da çok işsiz ve parasız kaldım. 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerini yaşadım. 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sırasında uçak ve helikopterlerin bomba yağdırdığı esnada eşim, kızım ve kardeşimle Ankara’da ölümün nefesini yüzümde hissettim.

4 yıl evvel 400 metrelik bir uçurumdan aşağı yuvarlanırken tutunduğum kuru dal parçasına aslıyken bile yaşamaktan ümit kesmedim.

Umudumu her zaman korudum. Hayallerimin peşinde koştum ve çoğu zamanda hayallerimi gerçekleştirdim. Bin odalı saraylarda falan kalmasam da Usta şair Cemal Süreyya misali; “fena bir hayat değildi benim yaşadığım. Üstü kalsa” da olurdu.

Geride kalan 59 yıllık ömrümde hiçbir gün bile gelecek güzel günler için endişeye kapılmadım. Umudumu hep korudum.

Geçmişimi anlatmayı pek sevmem. Yaşam felsefeme göre geçmiş geçmişte yaşanmış ve bitmiştir. Bugüne ve yarına bakmak gerektiğini düşünürüm. Yaklaşan 60. Yaş dönümümde siz candan öte okurlarımla bugüne bir bakalım mı?

Şuna ölün desenize

Zam… zam… zam.. Şekere, ekmeğe, una, tuza, ete, meyveye, sebzeye, benzine, motorine, sigaraya, alkole, kıyafete, cep telefonuna, elektriğe, doğalgaza zam… zam…zam…

Bu zamlardan etkilenmemek için ne yapmalıyız? Ekmek, et, süt, meyve, sebze yemeyeceğiz. Arabaya binmeyeceğiz. Alkol ve sigara içmeyeceğiz. Kıyafet ayakkabı almayacağız. Kirada oturmayacağız. (Herhalde Orta Asya’daki atalarımız gibi çadırlarda yaşayacağız) Sinemaya, tiyatroya gitmeyeceğiz. Eğlenmeyeceğiz. (Sağ olsun Uşak Belediyesi 10 günde bir festival yapıyor da bedavadan eğlenme fırsatı buluyoruz)

Günümüzde modern köleler olarak gece gündüz çalışacağız. Vergimizi ödeyeceğiz. Askerliğimizi yapacağız. Akşam evde televizyon seyredip uyuyacağız. Sabah uyanınca yine işe koşacağız.

Büyüklerimizin takdir ettiği emekli maaşı ve asgari ücretle ölmemeye çalışacağız. Çoluğumuzun çocuğumuzun düğününü yapamayacağız. Yeni ev alamayacağız. Kurban kesemeyeceğiz.

Ülkemizdeki sığınmacıları 3 öğün lokmamıza ortak edeceğiz. Ne yazık ki gözlükleri silip bugünkü tabloya baktığım zaman gördüğüm manzara bu.

Maziye dönüp bakmayı pek sevmem. Her zaman bugüne ve yarına bakarım dedim. Ama bugünün koşullarını ömrümün geçen 59 yıllık zamanı ile karşılaştırdığımda hiç bu kadar elim ve vahim şartlarda yaşamadığımı dehşetle tespit ettim.

“Unutma! umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez.”*

Peki, geleceğe yönelik hiç umut var mı? Geçen gün köşe komşum Hidayet Kıran, köşesinde güzel bir tespit yapmıştı: “Türk insanı ya ümitle yaşar, ya da simitle” diye.

Gerçi o yazıda simidimize ve ümidimize yapılan zamları eleştirmişti. Valla ümidimize ve simidimize istedikleri kadar zam yapsınlar.

Bugünler de geçecektir. Yaşanacak güzel günler, her zaman olduğu gibi yine gelecekte olacaktır.

Canım kentim güzel Uşak’ım hak etiği değeri kazanacak, bu güzel ve bahtsız kentte yaşayan canlar da ülkemiz insanı da güzel güneler kavuşacaktır.

Yeter ki içimizdeki umut fidanlarını kurutmayalım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Salih Kılınç Arşivi