Ali Küçük

Ali Küçük

GÜREŞ DENEYİMLERİM

                           “Öfkeden arınmış güç,adalet ve sevgi dağıtır!”

                                                                                     Ali KÜÇÜK

            Mayıs ayı bir cumartesi günü okuldan çıktık, bez çantam omzumda , köy odası önüne doğru yürüdük.Bir kısım yaşlılar öğle namazından çıkmış, gençler oraya gelmiş, kalabalık artmıştı. Gartlak Sadık (köyün eski baş pehlivanı), oturduğu yerden kalkarak,”haydi boş durmayın, soyunun bakalım pehlivanlar” demesiyle, yaşlılar dışında herkes üst taraflarını çıkardı. Güreşçiler pantolon  paçalarını  kıvırdılar   hazırlıklı gelenler de  paça ve bellerini sağlamlaştırdılar. Güreşte paçayı kaptırmak, yenilmek demekti. Sadık pehlivan güreşçileri eşleştirirken ben de soyunmak istiyordum,içim kıpır kıpırdı.Kalabalığın  arasında oturan Kara Ali pehlivan (Eniştem-teyzemin eşi) “Ali! Getir çantanın yanıma ,sen de soyun bakalım!” Deyince ; Anneme verdiğim sözleri unutup,denileni yaptım.Annem , hep üstünü yırtıyorsun,başka giyeceğin yok, bak her yerin yamalı,elde yok avuçta yok, güreşince bir yerin acıyacak güreşme kuzum” diye sık sık sitemle  tenbih ediyordu. Nasılsa üstümü çıkarıyorum, pantolonda yamalı, eniştemden de güç alarak  soyunup, sıralamaya katıldım. Benden iki üç yaş   büyük Ahmet Akdiken’le eşleşmek zorunda kaldım. Güç ve yaş farkı aşikar belli oluyordu. Sadık pehlivan uzunca bir salavatlama yaptı.  Davulun tokmak sesiyle sırtımın  yere gelmesi bir olmuştu. Eve korku ile gittim. Benden önce mutsuz haber anneme  ulaşmış.Annem;”Kendinden büyüklere tutma  demedim mi? Hiç kulağına laf girmiyor kuzum!” dedi. Annemin bu korumacı yönü beni güçlendirdi, korkum kayboldu.”Seni bir ay besleyeyim bak onu nasıl yeneceksin” Dedi. Bana  her öğün  hamurlu ekmek (bazlama) dediğimiz köy ekmeğinin çeyreğine VİTA yağı çalarak özel yedirdi. Arada kesme şeker de yedirip, üzerine su içirtip, ohhh bal olsun can olsun kuzum, bak görecek o Ahmet !” Diyerek, gücüme güç katıyor gibiydi. Üzüm, pekmez,elma mevsimlik yediklerimizdi. Yeni bir güreş kurulumuna kadar annemin menüsü ile beslendim.

               Karneleri aldığımız bir Cumartesi öğle sonu, davul çalmaya başladı köyde.Yücek Harmanı’na doğru bir kalabalık geliyordu. Belli ki güreş olacaktı.Evimize çok yakındı. Eve geldiğimde, Annemle babam bağa gitmişler henüz gelmemişlerdi. Bez çantamı bırakıp,eski pantolonumu giydim ,bel ve paça iplerini sağlamca bağlayarak harman yerine doğru hızla koştum. Herkes soyunmuş,Sadık pehlivan eşleme yapıyordu. Ben isteğimle  Ahmet’in  yanına dikildim. Sadık pehlivan şöyle bakıp kolumdan çekti “sana bu büyük öte geç” dedi.” Hayır,geçen beni yendi,tekrar tutacağım” dedim. Eşleştik.On çifte yakın çocuk pehlivana “Allah Allah illallah, hayırlar gele inşallah,yiğitler çıktı meydana, hepsi birbirinden merdana, Pehlivan pehlivan! Alta düştüm diye yerinme,üste çıktım diye övünme, haydi işiniz rast geleeee! Vur davulcu” dedikten sonra ,Köroğlu havasında hünerli peşrev gösterisi başlardı. Daha bu yaşta usta pehlivanlardan gördüklerimizi kusursuz yapma gayretinde olurduk. Peşrev , güreşte  ; kendine güven ve bir sitilin göstergesiydi. Göğüs çaprazı,tek dalma,kafakol gibi oyunları yapabilenler daha şanslıydı.Davulun ritmiyle  rakibin canını sıkarcasına peşrevi uzatarak,nasıl bir oyunla Ahmet’in yenerim planları yapıyor, ikici kez yenilme korkusunu da hissediyordum. Benim beslenmeme rağmen, Ahmet  daha da büyümüş gibi geldi gözüme. Peşrevde tokalaşırken “iyi beslendin mi?  Ne kadar vita yağı yedin? “ Diye, alaylı bir şekilde sordu bana. Demek duymuş, keşke bir  iki kelle yiyebilseydim diye aklımdan geçti. Çocukluğumda koyun ve keçi kellesi alırdı babam. Annem onları ocakta güzelce ütüler, kızgın maşa ile derisini dağlarken çıkan kokuların verdiği hazzı hala anımsarım.Kelle paça dışında, keşkeğin içine atılan kuru kemik eti dışında başka et yediğimi hatırlamıyorum çocukluğumda. İdris bana “ekmeğin içine şehir ekmeği sararak yediğini ve çok kuvvetlendiğini” anlatmıştı. Birbirimizden  farklı beslenmemiz, biraz daha fazla ekmek yemek olurdu belki.                                                                                                                                                                                               

              Ben peşrevi  zıplaya zıplaya uzatıyordum. İdris,  Şaban, Bahattin,   Kemiksiz, Necmi  rakiplerini yenip, tekrar eşleşme durumuna gelmiş ki; Sadık pehlivan “Yeter pehlivan yeter ! Haydi tutuşun bakalım!” Demesiyle  Ahmet  bana doğru yöneldi, kızgındı biraz da. Hafif geriledim, dalar gibi yaptım, tekrar çekildim ama bileğimi kavradı, bir elense çekti, aldı altına, çift sarma kurmaya çalıştı. Amacı beni biraz ezmekti. Kızgınlığını bakışları ve elense çekmelerinden  anlamıştım. Ancak durumu  fark eden Sadık pehlivan “ Olmaz Ahmet olmaz, bak yenik sayarım, eziyet etme, tak tek sarmanı, getir sırtını yere!” Dedi. Ahmet  o hışımla toparlanmama fırsat vermeden gerekeni yaptı.  Göbeğime oturup omuzlarıma bastırarak savaş kazanmış komutan edasıyla  kaşla göz arasında ,“ Ecirlerin Ali, yumruk kadar halinle  bir daha gelip dibime dikilme!*  Hem sizin sülaleden kaç pehlivan var ki! Diyerek kalktı,elini dizine vurarak galibiyetini ilan etti. Sadık pehlivan bizi yan yana getirip  Ahmet’in  elini tekrar kaldırdı. O yenilgiden  çok rakibimin söylediği son sözler  beni hep düşündürdü. “Birisinin  üstün hale gelmesi için diğerinin ezilmesi  mi gerekti? Spor ve tüm yarışmalar gelişim ve değişimimize katkı sağlayacak şekle dönüştürülmeli” şeklindeki düşüncelerimi nasıl uygularım hayalleri içindeyken ,  üst gömleğimi giymek çok ağır gelmişti. Güreşin sonunu beklemeden eve  geldim. Annemle  babamın henüz tarladan gelmemiş olmalarına sevindim.

             Davulcu,  Köroğlu havasıyla güreşçi ve seyircileri geri  götürürken,  bizimkiler de geldiler. Babam “güreşmişler, tüh biraz erken geleydik izlerdim.” Demesiyle birlikte, davul ve zurna sesini bastırırcasına Ahmet guruptan ayrılıp evin önüne kadar gelerek,”Satı teyzeeee, vita yağı beslememiş Ali’yi, inek yağı yedir inek yağı!” Dedi gitti. Annem kızmıştı. Hadi hadiii sen bunun olduğunu biliyon, utanmadan tutup yendin. Sen inek yağı yediğinden baksana çıra gibisin!” Diye söylendi  biraz daha. Bana da çok kızmıştı ama belli etmedi. Babam “sus gız, yenen de yenilen de pehlivan, konuşup durma!” Erkek edasıyla azarladı annemi. Annem üzgün, mahcup ve duygularını tam haykıramadığından yüzünü hafif asıp, akşama yiyeceğimiz bekli de yağsız bulgurun suyunu kaynatmak üzere ocağa, kucağında odun götürürken, kız kardeşim Fadime’nin elinden tutarak merdivenleri çıkartma işi bana kalmıştı.Geç vakit olmadan suda pişen yemeği ekmekle yiyip, tekrar üstüne su içerek gecenin umutlarına bıraktık kendimizi çul yatak ve çul yorgan içinde…

         Güreşi tam kavradığım, orta, başaltı güreşlerine  çıktığım ileriki yıllarda bile, Ahmet’e yenildiğim  iki güreşi hiç unutamadım. Bir daha da güreşme  şansım olmadı.Ben öğretmen okuluna gittiğim öğrencilik  ve öğretmenliğe başladığım  yılarda Ahmet Akdiken de, ekmek parası için diyarı gurbete gitmişti.Yıllar sonra köye dönüp muhtar oldu. Daha sonra bir siyasi partinden İl Encümenine seçilerek halka hizmetini sürdürdü. İlk karşılaştığımızda   “Hoş geldin pehlivan, beslendin mi , daha besleyici yağlar çıktı?” Diye  köy kahvesinde çocukluk başarısını yüksek sesle söylemesi ve bıyık altından gülüşü; çocukluğumuzun en mutlu günlerine götüren bir zaman tüneli gibiydi. Yenilgiyi bile sevgiye çevirebilmenin  hazzını yaşamak, dostluğa dönüştürebilmek çok güzeldi.

DOSTLAR

Dostlar vardır sıcacık,

Avuçlarındadır yürekleri.

Dostlar vardır,

Kutuplar da bile

Akdeniz mavisini örter üstüne

Isıtır seni.

Dostlar vardır,

Unutmuşum sanırsın

Durur belleğinde,

Merhabasıyla uyanırsın.

Merhaba dostlar merhaba!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Küçük Arşivi