Uşak İMO Genel Sekreteri Emre Erdem; “17 Ağustos depreminin 22. Yılı; “Alınmayan önlemler felaketin habercisidir”

Yarın 17 Ağustos. Marmara Bölgesinde yaşanan ve resmi kayıtlara göre, 18 bin 873 kişinin can verdiği büyük felaketi yıldönümünde Uşak İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) yaptığı bir basın açıklaması ile ölenleri andı ve depremle ilgili korkunç gerçeklere dikkat çekti.
Uşak İMO Genel Sekreteri Emre Erdem; “17 Ağustos depreminin 22. Yılı; “Alınmayan önlemler felaketin habercisidir”

17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Gölcük merkezli Marmara Depreminin üzerinden 22 yıl geçti. Resmi sonuçlara göre 18.873 insanımız yaşamını yitirdi, 23.781 insanımız yaralandı, 328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü. Açıkçası yapılarımızın %25`i kullanılamaz hale geldi, %6`sı yerle bir oldu, %7`si ağır hasar, %12`si de orta derecede hasar gördü. Bir milyondan fazla insanımız evsiz kaldı. 17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı. Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon insanımız bu depremin sonuçlarını yakından hissetti.

“GEÇEN 22 YILDA HİÇ BİR ÖNLEM ALINMADIĞINI İZMİR DEPREMİ GÖSTERDİ”

İşte bu korkunç gerçekleri hatırlatmak için Türkiye İnşaat Mühendisleri Odası, 81 ilde bulunan şubeleri aracılığı ile eş zamanlı bir basın açıklaması düzenledi.

Uşak İMO adına basın açıklamasını şube binasında Genel Sekreter Emre Erdem Okudu.

Erdem açıklamasında; Gölcük depreminin Türkiye’nin en büyük depremlerinden birisi olduğunu ve depreme bakış açısını değiştirdiğini belirterek, “Geçen yıl yaşanan İzmir depremi TBMM deprem araştırma komisyonlarının hazırladığı raporlardan yeterince önlem alınmadığını görüyoruz dedi.

Erdem açıklamalarına şu ifadelerle devam etti:

“KANAL İSTANBUL’UN DEPREM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ HİÇ TARTIŞILMADI”

“Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere afet riski altındaki şehirlerde “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP) ifade edilen tehlike ve riskleri esas alan planlar geliştirilip çevre ile uyumu sağlanmadığı gibi, ilin afet tehlike ve risklerinin mekânsal planlamaya aktarılması temel prensibine aykırı olarak İstanbul`da "Kanal İstanbul" Projesi hayata geçirilmek istenmektedir. Kanalın kendi yapısı ve Kanal İstanbul kapsamındaki, karayolu, demiryolu geçiş köprüleri, demiryolu, metro, altyapı tünelleri gibi geçiş tünelleri, altyapı geçiş yapıları (atık su, içme suyu, enerji nakil hatları, doğalgaz, telekomünikasyon hatları, kıyı-deniz yapıları) gibi mühendislik yapılarının deprem riskleri açısından konu ele alındığında, deprem riski çok yüksek olan bu kentin Avrupa yakasını ikiye bölmenin yaratacağı açmazlar karar vericiler tarafından fark edilemediği gibi uzmanların söylemlerine de kulak tıkamaya devam edildiği görülmektedir. Mevcut durumda bile deprem toplanma alanları, ulaşım güzergâhları yok edilen bir kentin afet müdahale olanakları adeta engellenirken, bölünmüş bir kentin deprem sonrasında nasıl tepki vereceği de bilinememektedir.

YAPI STOKUMUZUN DURUMU KADERİNE TERK EDİLMİŞTİR

Ülkemizin yapı stokunun durumu belirsizliğini korumaktadır. UDSEP`e göre 2017 yılında tamamlanması öngörülen bina envanteri çalışması tamamlanamamış, dahası resmi kurumlar hariç başlanamamıştır. Bunun sonucu olarak mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi de mümkün olmamaktadır. Bu binaların tespiti ne yazık ki deprem tarafından son derece ağır bedeller karşılığı yapılmaktadır.

Kamu binaları hakkında bilinmezlik devam etmektedir. Okulların, yurtların, kreşlerin, hastanelerin sayısı, ne kadarının tarandığı, ne kadarı hakkında yıkım, güçlendirme veya kullanım kararı verildiği, ne kadarının yıkıldığı veya güçlendirilecekse projelerinin yapıldığı ve ayrıca ne kadarının güçlendirildiği konusu kamuoyunun bilgisi dahilinde değildir.

“YAPI DENETİM YASASINDA KÖKLÜ, KALICI, ÖNLEYİCİ DEĞİŞİKLİKLERE İHTİYAÇ VAR”

Yapı denetimi konusunda AFAD Eylem Planı gerekçesinde "Yapı Denetim Yasasının bir bileşeni ve içerisinde müteahhitlik sektörü ile ilgili düzenlemelerin olacağı Yapı Yasası`nın çıkarılması depremle mücadelede önemli bir aşamadır. Böylelikle Kentsel Dönüşüm Yasası`nın deprem odaklı olarak düzenlenmesi de sağlanabilecektir. Yapı Denetim sisteminin etkin bir şekilde uygulanması sağlanacaktır" denilmektedir. Bu iyi niyetli beyanların yapı mevzuatı ile nasıl gerçekleştirileceği bilinmemekle birlikte, çıkarılan 6306 sayılı "Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi Yasası"nın ifade edilen Deprem Odaklı dönüşümün tersine sonuçlar verdiği görülmüştür.

Asli görevi sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir bir çevre oluşturmak olan devlet eliyle, mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik, bilimsel ve yasal gereklilikleri ile teknik ilkelerini görmezden gelerek, ormanları, kıyıları, doğal kaynakları hiçe sayan, kentlerin tarihini, kültürünü yok eden, toplumu ve kentleri kimliksizleştiren rant projeleri "Kentsel Dönüşüm" adı altında hayata geçirilmektedir.

Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm konusu bugüne kadar daha çok gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda gündeme getirilmiştir. Bugün kentlerimizde bulunan yapı stokunun önemli bir kısmının yenilenmesinin zorunlu olduğu bir gerçektir. Bu kapsamda kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm konusu, çağdaş ve demokrasisi güçlü olan ülkelerde sadece mekân düzeyinde ele alınmaz; sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınır. Ancak bizdeki uygulama ise; yeni bir rant düzeni oluşturulması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Açıkçası kişi ve grup çıkarını dikkate alan rant eksenli bir düzen, kentsel dönüşüm kavramı ile ne yazık ki eşdeğer bir hale gelmektedir.

“İMAR AFFI BAŞLI BAŞINA CİNAYETTİR”

Halihazırda yapı stokumuzla ilgili belirsizlikler ve tehlikelerin üzerine siyasal iktidarlarca çıkarılan imar afları can ve mal kayıpları tehdidini büyütmektedir. İmar afları kaçak yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından birisi olmuştur. İmar affı toplumun sağlıklı ve güvenli konutlarda yaşamasını belirsizliğe sokmaktadır. Mühendislik hizmeti almadığını varsaydığımız yapıların yasallaştırılmasıyla, bu yapıların doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk, bu kararı alan devletin, siyasi iktidarın üzerindedir. Bir binaya iskan ruhsatı verilmesi, devletin vatandaşa ‘Bu binada oturabilirsin` demesi anlamına gelir.

Her şantiyeye bir şantiye şefi zorunlu olmalıdır.

Mühendislik, Mimarlık, Şehir Planlama eğitiminde acilen düzenleme yapılmalıdır.

Sonuç olarak:

Sadece deprem konusunda değil orman yangınları, heyelan, sel, tsunami, küresel iklim değişikliğinin yarattığı etkiler gibi tehlike unsurlarına karşı yerel düzeydeki sınırlı ve çoğunlukla afet sonrası çabaların dışında, ülke genelinde, sistematik bir "risk yönetim sistemi" inşa edilmemiş, ülkemizin "afet gerçekliği" imar, tarım, madencilik, enerji, sanayi gibi ana sektörlerde karar süreçlerinde göz ardı edilmiş/edilmeye devam etmektedir.

Depremlere karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için, ülkemizin yeni büyük sosyal afetler, sosyal yıkımlar yaşamaması için gereken önlemlerin ivedilikle alınması, yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın, TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.

Mevzuatta yapılan kabul edilemez değişiklilerle, TMMOB Yasası`nda tanımlanmasına karşın, TMMOB ve bağlı Odalarının, kamu/özel sektör projelerini planlama, tasarım, üretim ve denetleme süreçlerinden dışlanmasını, Odaların üyelerini denetlemesi, sicillerini tutması, mesleki faaliyetlerinin kayıt altına alması, "imzacılıkla" ve sahte mühendis ve mimarlarla mücadelesi gibi mesleki ve kamusal görevlerinin engellenmesini, Meslek Odaları üzerinde mali ve idari denetim kurarak vesayet ilişkisinin hayata geçirilmek istenmesini tümüyle reddediyoruz.”

İlgili Haberler