Ömer Aşcı

Ömer Aşcı

Uşak Alevler İçinde Yanıyor

Uşak Alevler İçinde Yanıyor

HAŞİM TÜMER; Akın Dergisi’nin Ocak 1967 tarihli 1. Sayısında Uşak’ta 1 Eylül Kurtuluş şenliklerinin şeklini ;

“ İkindin Ulu Cami’den sela verilir, minareye bayrak asılır, Aybey Mahallesinden top atışı yapılırdı. Nuri Şeker Caddesi tarafından önce Yunan askeri gelirdi. Bunlar genellikle çöpçüler arasından seçilirdi. Onların arkasından Türk askerleri gelir, belediyenin önünde az yüksekçe bir yerde siyah örtülü bir genç kız olurdu. Süvari Türk subayı gelir, önce kızın üzerindeki siyah örtüyü çıkarır, altından Türk bayrağı çıkar. Alkışlar arasında Türk bayrağı belediyenin balkonundan direğe çekilir. Bundan sonra kağnıların üzerinde yaralı gaziler, onların arkasından yaşlı savaş gazileri geçer, arada bir mavzerlerle havaya ateş ederlerdi. “ diye anlatır.

Günümüz Türkiye’sinde o dehşetli günlerin hatırasını sıcak tutmak ihtiyacını hissetmektedir,diye düşünüyorum. Gelin 1 Eylül 1922 günü ateşler içinde ki Uşak ve kanlar içinde ki atalarımızın yaşadıklarına bakalım;

1 Eylül 1922'de Türk ordusunun önünden kaçan Yunan ordusunun artçıları Uşak'ı yaktılar ve şehirde yaklaşık 300 kişiyi öldürdüler. Akşam üzeri Uşak'a giren Türk süvarileri, evlerini söndürmeye çalışmak yerine sevinç içinde kendilerine su vermek için koşturan Uşaklılara şaşkınlıkla baktılar.

Yunan artçılarının tahriplerine engel olabilmek için onlara yetişme telâşı içindeki süvariler, atlarının dizginlerine yapışıp onlara su, ekmek, sigara ikramında bulunmak isteyen Uşaklılara kendilerini bırakmaları için yalvarmak zorunda kaldılar.

Artçıların öldürdükleri Uşaklılar arasında Besim Atalay'ın annesi ve kızkardeşi de vardı. Kızkardeşi evi yakılan komşularına yardım için sokağa çıkmıştı ve bir Yunan askeri tarafından vuruldu. Kızının çığlığını duyup dışarıya fırlayan yaşlı anneciği de aynı akıbete uğradı. Genç kız hemen öldü, annesi birkaç gün yaşadı.

Ordumuzun ardından hemen Uşak'a gelen Besim Bey'e annesi kızının mezarına gömülmek istediğini söyleyip hayata gözlerini yumdu.Anne kız Bozkırlı Mezarlığı'ndaki aynı mezara gömüldüler. Besim Atalay, ana-kızın mezar taşları için şu satırları yazıp, taşa oydurttu:

"Burası mezar değil, bir kalp gibi atıyor Anne-kız iki şehit, kucaklaşmış yatıyor."

Uşak ve çevresi bir mahşeri andırıyordu. Öğleden beri yanmakta olan kent, koyu bir duman ardında kaybolmuş, çevresindeki köyler yer yer yanıp kavrulmuştu .

Afyonkarahisar’dan itibaren Uşak’a kadar bütün demiryolu, köprüler, telgraf hatları tamamen tahrip edildikten başka, yüzlerce köy ve kasaba da yakılıp yıkılmış, insanlar katledilmiş, hayvan sürüleri götürülmüş, su kuyuları toprakla doldurulmuştu. 1 Eylül 1922 Cuma gününün hüzünlü gecesinde Uşak Ovası, hâlâ yer yer yanmakta olan kent ve çevre köylerinin alevleri ile kıpkızıldı.

Uşak kurtulmuştu ama harabe ve bir yığın külden başka bir şey değildi. Henüz Yunan artçı birlikleri bile çekilmeden Uşak’a hızla girilmiş olmasına ve kaçamayıp Kentte kalan bir kısım halkın da yardımıyla yangınların söndürülmesi için verilen uğraşa rağmen yine de 1500 den fazla ev, 500 den fazla işyeri, cami ve mescit yanıp gitti.

Yerli Rumlar da uzun bir tren katarıyla İzmir’e göç etmek üzere Uşak’tan ayrıldılar. Katar, vagonların çatılarına kadar insan ve eşya doluydu. Yunan askerleri çekilirken Uşak’ı yaktılar. İzmir’e kadar yollarının geçtiği her yeri yakıp yıkacaklardı. Amaçları geride kullanılamaz, yaşanamaz bir yangın yeri bırakmaktı.

Uşaklı Rumlar, Yunan Ordusu'nun Afyon'dan çekildiği öğrenildikten sonra 15 Ağustos 1922'den itibaren trenle İzmir'e gönderilmeye başlanmışlar ve birkaç gün süreyle peş peşe kalkan tren katarlarıyla, yanlarına çoğu eşyalarını bile alamadan İzmir'e sevk edilmişlerdir.

Uşak’lı Rum Kostas Pandazoğlu'nun "Vatan Vatanım, Ma Patrie Uşak" adlı kitabında belirttiğine göre ;

“ "15 Ağustos 1922'de, Maria ile yapacağım düğün için salonu süslemeyi bitirmek üzereyken Yunan Ordusu'nun Afyon Karahisar'dan çekildiğini duyduk. Görecektiniz, Uşak'ta ne büyük bir haberdi bu! Kimsede düğün edecek, gülecek hal kalmamıştı. Ertesi gün, 16 Ağustosta Rumların kafasında sadece tek bir düşünce vardı: Nasıl kaçacağız? Evden İstasyona, istasyondan eve koştum. O gün,demiryolu işletmesi bize, tüm ailemiz için bir vagon ayırmıştı. Vassillia Teyzemlere koştum, Marialara koştum, Teodoralara koştum. 17 Ağustosta bütün ailem İzmir'e doğru yola çıktı. Ben, ordu beni bırakmadığı için iki gün daha kaldım. 19 Ağustosta boşaltma tamamlanmıştı".

 1 Eylül’de bütün cephelerde takip harekatı başlatılırken havadan yapılan keşiflerde Eskişehir ve Uşak’ın yanmakta olduğu bildiriliyordu. O akşam Uşak’a ulaşan birliklerimiz, şehri ve ova köylerini alevler içinde buldu. Süratle oluşturulan söndürme ekipleri ve halkın gayretine rağmen Uşak’ta 1785 ev, 12 cami ve 636 işyerinin tamamen yandığı tespit edilmiştir. Köylerde de tahribat büyüktü. Şehrin kuzey tarafındaki birkaç mahalle ancak kurtarılabildi. İnsanca zayiat da fazlaydı. Bölgede yapılan aramalarda su kuyularında birçok ceset bulundu. Bu zavallı kadınların cesetleri de kuyulardaydı.

2 Eylül sabahı yapılan hava keşiflerinde Uşak güneyindeki köylerin de yakıldığı anlaşıldı. Aynı günkü 2’nci Süvari Tümeni raporunda bölgedeki köylerin yanmakta olduğu, ırz ve namusa tecavüzlerin tesbit edildiği, yollarda başları kesilmiş ak sakallı ihtiyarların,erkek ve kadınların cesetlerinin bulunduğu belirtiliyordu.

Aynı günün akşamı Yunan generallerinden Trikopis ve Diyenis ile bazı subaylar esir edildi. Akşamın karanlığında ıssız bir orman içinde onları teslim alan genç Türk subayı, kendilerine yardım etti, insanca davrandı. Oysa İzmir’in işgali sırasında genç bir Yunan subayı, kolordu komutanı Ali Nadir Paşa’nın şakağına tabanca dayamış, yüzüne tokat atmıştı. 56’ncı Tümen komutanı ve kolordu kurmay başkanı da aynı akibete uğramıştı. “Zito Venizelos” diye bağırmayan Albay Süleyman Fethi Bey ise süngülenmişti.

Perişan bir vaziyette esir edilen Yunan generalleri, intikam alınacağı korkusuyla beklerken, Türk subayının bu hareketi karşısında şaşırmışlardı. Cesetlerle dolu yollardan geçirilerek büyük bir yangın harabesi halindeki Uşak’a getirildiler. Esirler arasındaki kurmay subayları huzuruna kabul eden Garp Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım (GÜNDÜZ), onlara hitaben: “Sizleri muntazam asri ve medeni bir ordunun subayları diye mi, yoksa kana susamış sefil bir çetenin efradı olarak mı karşılayayım? Bunda mütereddidim.” demişti.,

Genel Kurmay Başkanlığı Arşivindeki Kaynaklara Göre;

Uşak’ta oturan, ticaretle uğraşan Fransız Girard(Kurtuluş Savaşından yıllar önce Uşak’ta oturan ticaretle uğraşan bu anıları anlatan Fransız vatandaşı) gözüyle 1 Eylül günü;

“Akşam altı civarında milli ordu şehre girdi ve yangın hemen kontrol altına alındı. Askerler kapımı çalıyor ve Fransız olduğumu söyleyince özür dileyip gidiyorlardı.

Daha sonraları fırsat bulunca eşkıya Ali Bey ile 15 adamı Girard’ın evine gelerek para, elbise ve mücevherlerine el koyarlar. El koyduklarını yetersiz bularak büyük bir miktar fidye isterler. Bu fidyeyi ödeyemeyeceğini bilen Türk komşuları aralarında Girard’ tan istenen fidyeyi toplayıp ödeyerek Fransız komşularını ölümden kurtarırlar.

Genel Kurmay arşivlerindeki kendi el yazısıyla anlattığı bu belgeyi Girard şu tümcelerle sonuçlandırır.

“Ben yazdıklarımı baskı altında olmadan, doğru ve tarafsız olarak belirttiğimi beyan ederim,” diye tamamlayarak imzalar.”

Uşak’ ın Kurtuluşu 1 Eylül 338 Cuma (1 Eylül 1922) günü Mehmet ERSİN hocamızın “KURTULUŞ SAVAŞI’NDA UŞAK ANILARI” adlı kitabından ..

“Akşam olmak üzere önümüzden büyük bir duman yükseliyor ve semayı küme küme bulutlar kaplıyor. Sadık köylülerimiz malumat veriyorlar: Düşman Uşak’ı da yakmış. Bir saat sonra alevler içinde yanan bu güzel kasabamızın yanından geçiyoruz. Burasını yakan ve kundaklayan elleri aramak ve gebertmek için arkamıza bile bakmıyoruz. Yalnız yol üzerinde bir dakika cereyan eden çok hazin bir vak’ayı nakletmek isterim.

 Alayımız öncü kıt’asıyle ilerlerken geçen sene 9 Eylülde Duatepe taarruzunda şehit düşen bizim II. Taburun 5. Bölük Komutanı Uşak’ lı Yüzbaşı Basri Beyin annesi şehit kahraman Basri’yi arıyordu. Bu muhterem yüzbaşı bizim alaydaydı. Bittabi annesi de oğlunu bizim alaydan arayacaktı. Bize çok elem veren ve arkadaşımızın bize yadigâr bıraktığı tatlı hatıraları tekrar canlandırıp şu anda ihyaya vesile olan bu zavallı kadıncağızın “Oğlum? Basrim nerede?..” demesi biz ağlattı.

Bu çok hazin ve çok acıklı bir hitap idi. Bu sual karşısında sendeledim, sarardım, bir an dudaklarım kaskatı taş kesildi!.. Kadıncağız dudaklarımdan dökülecek cevabı sabırsızlıkla intizar ediyor, gözleri titriyor, elleri gayri tabii bir hareketler yapıyor.Nihayet istemeye istemeye “arkamızdan gelen 56’da” cevabını verdim.

 Basri alayımızın en neşeli ve en şakrak bir yüzbaşısı idi. Bir annesi ve bir de ceylanı (al atı) vardı, bütün kazancı ve bütün zevkini bu iki şeye hasretmişti. Annesi, atı!... Alayın çok eski ve emektar subaylarından olması itibarı ile bila istisna alayda kendisini sevmeyen yoktu... Çok iyi bir kalbe ve çok temiz bir ahlaka malikti. Şehit olmadan bir iki gün evvel subaylar toplu bir halde otururken gülerken yanımıza geldi. “Rasim ben rüya gördüm öleceğim” dedi. Hepimiz böyle bir tahayyüle güldük, bizimle o da güldü. Duatepe taarruzunun hitam bulduğu saatte şühedanın defniyle meşgul olan sıhhiye erlerimiz bize Basri’nin de bu meydanda gömüldüğünü söyleyince meyus ve münkesir olduk.

Zavallı kadıncağızın artık o anda iştiyak ve hasreti ve sevgili Basri’sine kavuşacağı anın bir dakika meselesi olduğunu düşünerek kim ne kadar bir heyecan ve ne kadar bir sevinç içinde idi. Basri’yi 56’da arayacak, arayacak nihayet bulamayacak ve Basri’nin elim akıbeti ona hiçbir ağız hiç dudak söyleyemeyecek.Bu hazin araştırmanın muhatabı ben olduğuma ve arzum hilafına böyle bir yalanla bu kadıncağızı oyaladığıma ne kadar müteessir oldum. Bu hadise bende ukde halinde kalan hazin bir elem ve yeis bıraktı. Bu hazin araştırmayı hatırladıkça kalbim sızlar, acım tazelenir.”

Türk Edebiyatının önde gelen isimleri olan Halide Edib Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Falih Rıfkı Atay'ın ülkenin İstiklal savaşı sonrası durumunu tespit için Batı Anadolu gezisine çıkmış ve gördüklerini “ "İzmir'den Bursa'ya" isimli kitapta toplamışlardır.

Muharrirler İzmir'den Bursa'ya kadar, Manisa, Kasaba, Alaşehir, Salihli, Uşak, Afyonkarahisar ve Kütahya'dan geçen bir hat üzerinde dolaştılar. Bu hat Yunan cinayet sahasına nispet pek mahdut bir kısımdır. Yangın ve kıtal şekil itibariyle her tarafta az çok aynı olmakla beraber, pek geniş olan zulüm mıntıkasının kitapta bahsedilen yerlere münhasır olmadığını göstermek için bu ihtara lüzum vardır.

Falih Rıfkı Atay, “Mesut Bir Kasaba” başlıklı yazısında Uşak’tan bahseder. Aslında Uşak da düşmanın yıkımına uğramıştır. Ancak yazar,buradaki insanların yatacakları bir evleri olduğu için ‘mesut’ sözcüğünü uygun görür. Fakat halkla konuştukça yaşanan vahşeti öğrenir.

Olaylar bir köylünün ağzından anlatılır:

“-Hepimiz evlerimize kapandık... Yunanlılar birkaç dinsiz bulmuşlar, bu herifler birkaç defa: “Dışarı çıkın, bizimkiler geldi!” diye bağırdılar, hepimiz sokaklara döküldük,

Yunanlılar: “-Demek Türkler geldiği vakit böyle sevineceksiniz!” diye çoluk çocuk ellerine ne geçirdilerse süngülediler. Bu yangın yerinde de bacaklarından tutup ateşe attılar. “

Yunan askerlerini kovalayan Türk askerleri 1 Eylul 1922 saat 19:30'da Uşak'a girdiler. Uşak'a ilk giren süvari güçlerinin başındaki İzzettin Çalışlar , çarşıda ve bir kısım mahallelerde sürmekte olan yangına karsı hemen tedbirler almıştır.

Çünkü halk yanmakta olan evlerini, iş yerlerini neredeyse tamamen unutmuş, buyuk bir sevinç içinde eski bir Türk geleneğine uyarak askerlerimize su ikram etmeye koşmuşlardır. Ertesi günü ikindi vakti Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte, üstü acık bir otomobille Uşak'a girmişlerdir. Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Bacaklar’ın Zeki Bey'in evinde, M. Kemal Paşa ise Kaftancılarin evinde karargah kurmuşlardır. Yunan başkumandanı General Trikopis Göğem Köyü yakınlarında teslim olmuştur. Kaftancılar evine getirilen Trikopis'e Mustafa Kemal Paşa gayet iyi davranmıştır. Uşaklı’ların bir çoğu evlerini, işyerlerini, servetlerini kaybetmiş olmalarına rağmen sevinçten kimse günlerce uyuyamamıştır.

  Ömer Aşçı

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Aşcı Arşivi