Salih Kılınç

Salih Kılınç

Uçurum uçurum gözlerine baktığım sensin

Pazar günü Uşak Tanıtım Kültür Gönüllüleri Derneği (UTKGD) canları ile Kızıldağ’a yaptığımız, daha doğrusu, ölümün kıyısına kadar yaptığım yolculuktan bahsetmek istiyorum.


 

Tek başına bir ağaca asılı kaldığınızda aklınıza neler gelir? Kurtuluş ümidiniz her zaman zirvede değil, bazen de ayağınızın altında olabilir.. Ne yaparsanız yapın, ölümden kaçamazsınız. Sadece bir müddet erteleyebilirsiniz. Bazen yaşamınız kuru bir ağaç dalına hatta pamuk ipliğine bağlıdır. Uçurumdan kayarken neler hissettim? Hepsinin cevabı Kızıldağ’da ölüme yaptığım bu yolculukta saklı.

Uzun zamandır birlikte olamadığım UTKGD canları; Mehmet Keyvanoğlu Ceyhan Bitik, Bülent Özgül, Alp Arslan Dur ve Sultan Çetin ile Paşacıoğlu Köyüne gitmeye karar verdim. Artı kaçıncı kitabını yazdığını bilemediğim Mehmet Keyvanoğlu, haftalardır yeni kitabı için köyde araştırma yapıyormuş. Köylülerle kanka olmuş. Hepsi onu tanıyor. O da tüm köylüleri tanıyor. (Yani Zeki Müren de bizi görüyor muhabbeti)

Sorkun Köyünden sonra, ortasında Paşacıoğlu Köyü, Uşak’a bağlı Eğlence ve Eski Güneyköy ve de Kütahya Gediz İlçesine bağlı Göynük Ören köyleri arasına kalan alana Kızıldağ deniyor.

Ancak buradaki dağlar ve yaylalar, inanın bana Karadeniz yaylalarını aratmaz. Güzel ve sıcak bir sonbahar gününde gerçekten gezilmeye doyulmaz bir alana gitmişiz. Köyde bir hayır var. (Bu Mehmet Keyvan Ağabeyin bu hayırlar yüzünden araştırmalarını uzattığından şüphelenmiyor değilim. Bu hafta yine bir hayır varmış. Yemekler de enfes.)

Paşacıoğlu Köyü, Karaçayır, Hocalar, Duraklar, Katır Tırnağı gibi 8-10 mahalleden oluşan dağınık bir köy. Köyü Mehmet Ağabey kitabında anlatacağı için ben fazla bahsetmeyeyim. Sonra bana darılır. Yalnız şu üç konuya değinmeden geçemeyeceğim:

  1. Karaçayır’da bir cami var. Eski, ama genç imam atandığı bir buçuk yıl içerisinde camiyi onarmış, boyamış, pırıl pırıl yapmış. Eline yüreğine sağlık. Ancak sürekli cemaati 3 kişiymiş. Köyde bulunan 8-10 mahalledeki çocuklar da öğrenim görmek için her Allah’ın günü yaklaşık 80 kilometre şehir merkezine gidip geliyor. 3 Kişilik cemaat için imam, 8-10 çocuk için 80 kilometre yol
  2. Köyde bir hayır yemeğine katıldık. Hayır sahiplerinden köyün eski muhtarı Selim Kaplan beni tanıdı ve “Sen gazetecisin” dedi. Sonra da “Adı lazım değil, bir gazeteci 100 TL’mi çarptı kaçtı” dedi. İster istemez ben çarpmışım gibi bozuldum
  3. Benim kuşak ve üstü çok iyi bilir. Karaçayır armudu ve kirazı bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde çok meşhurdu. Belki yıllardır Karaçayır’ın ne armudu ne de kirazını tattım. Selim Bey’e armutlarının ve kirazlarının ne olduğunu sordum.

Bana 2000 li yılların başında cep telefonlarının yaygınlaşmaya başlaması ile gsm operatörlerinin Kızıldağ’ın tüm tepelerine baz istasyonu ve direkleri diktiğini, bunun sonucunda kiraz ve armut ağaçlarının kuruduğunu, artık yetişmediğini aktardı. Yani teknolojiden yararlanırken kendi hayatımızı mahvettiğimizi hiç hesaplayamıyoruz.

EŞEK KAYIP ÖLMÜŞ AMA BEN ÖLMEDİM SADECE KAYDIM

Neyse köyü geride bırakıp rehberimiz Karaçayırlı Osman eşliğinde mağaraların olduğu tepelere doğru araçlarla tırmanmaya başladık. Önce terkedilirmiş bir civa madenine girdik. Havalandırma bacalarından gelen serinlik ve tepemizde uçan yarasaların kanat çırpmaları arasında yer altında dolaşmak da ürpertici ve muhteşem bir duyguydu.

Daha sonra Şıbılak yöresindeki bilinmeyen bir mağaraya girmek için yola çıktık. Ne bileyim, ölüme doğru koştuğumu. Mehmet Ağabeyin aracı bozuk yolda iki kez taşa takılarak askıda kaldı. İte kalka aracı askıdan kurtardık, Tek derdimiz keşke bu olaydı.

Yolun belli bir kısmında aracı bırakarak Osman’ımın rehberliğinde yürümeye başladık. Yaklaşık 4 kilometrelik yürüyüşten sonra mağaranın sol tarafımızda kaldığı bir tepeye geldik. Püren dediğimiz, çam ağaçlarının kurumuş iğne yapraklarından toprak görünmüyordu. Bu pürenler zemini öyle bir oynak hale getiriyor ki; normalde ayakta durmanız bile güçtü.

İlk ölüme yolculuğum iniş sırasında bu Pürenlerle başladı. Aksi gibi ayakkabım da böyle bir arazide yürümeye müsait değildi. Pürenler kayınca oturarak vücudumu sola kaydırıp, sağdaki uçurumdan kurtuldum ve sağ salim aşağıya indim.

Sağ olsun rehberimiz Osman Can’da, “Tam Salih Abemin kaydığı yerden benim odun yüklü eşeğim uçmuştu da parça oldu” diye hepimize çok güzel moral verdi. Ben aşağı düşmedim. Eşek değiliz ya.

Sonra, Şıbılak mağarasının olduğu alana geldik. Osman ile Sultan, mağaranın ağzına ilerledi. İlkel ağaçlardan bir merdiven ve eski çürük bir ip sarkıyordu. Demek ki bu bilinmeyen mağaraya define kaçakçıları gelmişti. Çürük ipe güvenip mağaraya çıkmayı can güvenliğimiz açısından sakıncalı bulduk ve dönüşe geçtik.

DALDAN DALA ATLAR YAR HOP SANA YANDIM

Mağara tepede olduğu için aşağı inmeden yakın görünen zirveye çıkmaya çalıştım. Çok dikti. Osman, Sultan ve Alp Arslan biraz daha yandan zirveye ulaştı. Ben neredeyse 90 derece diklikte çıkmaya çalıştım.

Zirveye yaklaşık 5 metre kala pürenler yüzünden aşağı yuvarlanmaya başladım. Derhal sırt üstü vaziyeti alarak yere yapışık vaziyette kayıyorum. Aşağısı yaklaşık 75 derece eğimli ve 300- 400 metre derinlikte görünüyor. Dibe ulaştığımda parçalarımı bu dereden ancak helikopterle çıkarırlar.

Ne demişti Nazım Hikmet Usta; “Ne ölümü düşünmek ayıp ne de korkmak ölümden” Ama ben hiç ölümü, eşimi, canım kızımı, annemi hiçbir şey düşünmüyorum.  Aklımda dibi boylamadan neler yapabileceğim düşüncesi var.

Sırtüstü yaklaşık 40 metre kadar sürüklendikten sonra sağ yanımda toprağın içerisinden fışkırmış bir çam dalı kökü fark ettim ince bir şey. Sağ elimle son anda ona tutundum.

Tutundum tutunmasına da bu Allah’ın inayeti ile Hızır tarafından toprağın derinliklerinden uzatılan dal beni taşır mı? Taşısa bile ben zor bela yakaladığım bu dalı tek elimle ne kadar süre daha tutarım? Aklımdan geçen düşünceler bunlar oldu. İlginç değil mi?

Yaklaşık 4-5 dakika falan sağ elim havada dala tutulu öylece kaldım. Kalkmak istiyorum. Kalksam yine düşeceğim. Yukarı çıkmak istesem dalı bıraksam doğru uçurumun dibini boylayacağım. Zirveye bakıyorum. Yapacak bir şey bulamıyorum. Aşağı baktım. Dibi görünmeyen uçurumu incelerken, yaklaşık 30 metre kadar altımda ince bir dal keşfettim. Bu dalın  hemen sol tarafında da yetişkin bir çam ağacı. Kurtuluşu tepelerde ararken aşağıda keşfetmiştim.

Vücudumu 15 derece sola çevirerek orada duran incecik kuru görünen çam fidanına doğru bu kez bilinçli olarak kaymaya başladım.

Bu arada beni merak eden Alp Arslan Dur Can tepenin başına gelmiş, ben Tarzan gibi bir daldan öbürüne kayarken fotoğraf çekiyor. Ne yapsın garibim. İnmek istiyor, İnmesi imkânsız. Elinden bir şey gelmiyor.

Ben aşağı doğru kayarken tam hedeflediğim dalı yakaladım. Sonra sağ elimle tuttuğum dalın üzerinden koca gövdemle dönerek, bir metreyi biraz aşan biraz daha kalın çam ağacını tutarak kendimi çektim. Ve ağacın arkasındaki düzlükte kendimi emniyete aldım. O anda başım dönmeye başladı. Sanırım tansiyonum yükseldi. Gayet sakin ağacın arkasına uzandım. Bu arada Mehmet Ağabey, Sultan Can ve Alp Arslan’ın “Salih Abiii..” diye bağırışları kulağıma geliyor. Ama cevap verecek takat bulamıyorum.

Ayaklarımı çamın gövdesine diktim ve gözlerimi kapayarak 15 dakika kadar dinlendim. Gerçekten çok garip bir durum. O kadar sakin ve soğukkanlıyım ki sıcağın etkisi ile iyice mayıştım. Tatlı tatlı uyukluyorum.

O sırada yine Alp Arslan Can’ın sesini duydum. Gözlerimi açtım. Alp Arslan yine 40 metre kadar aşağıdan bana yanına gelmemi söylüyordu. Garibim, tepenin ötelerinden bir yol bulup aşağılara inmişti. Ama bana ulaşması imkansızdı.

Durumu inceledim. Artık tecrübe de kazanmıştım. Bu kez Alp Arslan’a doğru isteyerek ve bilerek kaydım. Onun durduğu patika gibi yola gelip oradan da zirveye ulaştık ve düze çıktık. Ben, böyle uçurumda dala tutunmuş adam görüntüsünü filmlerde, karikatürlerde çok görmüştüm. Ama bugün benim başıma gelmişti. Alp Arslan Can’ın çektiği fotoğraflara bir bakın bakalım. Uçurumda dala tutunmuş adam fotoğrafı gerçekten komik mi?

ÖLÜM HER DAİM BAŞUCUMDA

Tepeden uçuruma bir kez daha bakınca yaşadığım dehşetin farkına vardım ve o anda aşağıda sizlerle paylaştığımı düşünceler kafamda uçuşmaya başladı.

  1. Ne yaparsan yap, ne kadar hızlı koşarsan koş. Bir vicdanından bir ölümden kaçamazsın. Ben size istediğim kadar, “Çok soğukkanlıydım, zekiydim, çeviktim, daldan dala atladım” diye hava basayım. Sözün özü yiyecek ekmeğim, içecek suyum varmış. Ama şunu da anladım ki; ölüm her zaman başucumuzda. Ne zaman isterse seni alır götürür.
  2. Aldığımız nefes bile emanetken bu dünyada yaptığımız tüm hesaplar boş ve yanıltıcı. Onun için kimseyi kırmayalım ve üzmeyelim.
  3. Kurtuluş, bazen en zirvede değil ayaklarının altında olabilir. Gözünü yükseklere dikersen uçurumun dibini boylayabilirsin.
  4. Yaşam ile ölüm arasındaki tek bağ bazen bir kuru ağaç dalı olabiliyormuş. Onun için yaşamla ilgili fazla plan yapmamak gerekir. Yaşamın bizler için her zaman bir planı varmış.
  5. Bundan sonra, kızım, eşim, annem, kardeşlerim, kanser hastası eniştem, 30 yıldır beni ben yapan siz can dostlarımı hiçbir zaman üzmeyeceğim.  Kalleşlik yapanlara bile kızmıyorum artık.
  6. Hayat kimseye kızacak, küsecek ve darılacak kadar Uzun değil. Bana kalleşlik yapanları hiçbir zaman affetmeyeceğim. Onlara vakit ayırıp kafaya takmaktansa, onlar yaşamıma hiç girmemiş gibi davranacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Salih Kılınç Arşivi