Ali Küçük

Ali Küçük

İLK ÖDÜLÜM

        Okulun tatil olduğu Pazar günleri öğleden sonra İkindi namazına kadar, okula giden çocukların tamamı ve  okula gitmeyen beş, altı yaş arasındaki çocuklarda tanıdık ya da abi ve ablalarıyla Hoca Mektebine giderlerdi. Hocanın keyifli olduğu zamanlarda güreş de yaptırıyor muş. Hoca mektebine gitmek tüm ailelerce teşvik edilir, çocuk dini,imanı ,namaz surelerini öğrenir diye konuşurlardı .Demek ki Annem bu söylentilerden etkilendi ki;

          “Haydi Kuzum sende git hocaya. Namaz surelerini öğren” demişti annem. Koltuğuma aldığım karaçam budağı odunu da alarak, iki kattan oluşan köy odası olarak kullanılan Camii’nin yanındaki binanın üst katına çıkıp, lastiklerimi kapı önüne çıkartarak içeri girdim. Kendi yaş grubumda gözüme kestirdiğim, birazda imama uzak bir köşeye oturdum. Hoca Efendi  Elif-ba kitaplarından büyük öğrencilerin okumalarını dinliyor, yanlış yerlerde bağırarak düzeltip tekrarlatıyor, göz ucuyla da gelenlerin odunlarının kalite ve büyüklüklerini kontrol ediyordu. “Ayşe git daha büyüğünü getir odunun, baban dağı indiriyor sana da çırpı vermiş. Haydi  çıralısından getir”  gibi düzeltmeler yapıyordu.                                

         Hoca; hem anne  hem de baba tarafından hoca sülalesindendi. Annesi  komşu köyden, Derin hocanın kız kardeşiydi. Derin  Hoca ki; kuru deriyi yürütür, istediği kişiyi yatağından kaldırarak istediği yere getirir, “Buyur hocam beni mi çağırdınız” dedirtecek kadar derin olduğu söylenir ve halkın çoğunluğu da  buna inanırdı. Hocanın babasının da köyde Kur’an okuyan herkeste emeğinin olması, Hoca’ya efendiye farklı bir saygınlık ve güç veriyordu.                                                                                                     

            Önümüzdeki Pazar gününe kadar ezberleyin. Haftaya, İnşirah Suresini kim Fergab diyerek bitirecek, kavurgasını yedirecek bakalım ?” Dedi. Evlerimize dağıldık.

      İnşirah Suresinin sonunda fergab denince,  “koş fesini kap” derler. O   fes anneye götürülür, ödül olarak buğdaydan kavurga yaptırılır ve bütün çocuklar yerdi.  Bu bir  gelenek haline gelmişti.

       Bir hafta içinde, Annem, Amca Oğlu Ömer ile ikimize , Sübhaneke’den başlayarak  İnşırah  suresine kadar ezberletmeye çalıştı. Merak ve yarışla Ömer ile ezberliyorduk. Amcam da  “aferin şimdiden öğrenirseniz, cennet Allaha yalvarır, Yarabbi bu çocukları bana gönder diye, ah sizin yaşınızda bize de öğreten olsaydı” şeklinde konuşarak bize destek oluyordu. Ömer Ma’un  suresini bir türlü ezberleyemedi. Amcam Ömer’e kızdı, bağırdı. Ömer Pazar günü Hoca Mektebine gelmedi. Hoca Efendi, Kur’an okumayı öğrenenleri öne aldı, otuz kişiye yakın öğrencinin   “Galetlerini düzelt, burada sesi yukarı çek, soluğan at gibi duraklama, Allahın kitabını kalbine doldurmazsan ağzını eğer vallahi , bir ay oldu ayıp sana!” gibi, yanlışı olanlara söylüyor, arada kulak çekmeleri de yapıyordu. Okuma sırası bana gelince , besmele çekip  Subhaneke’den başladım.  Yanlışım çıkarsa tokat atar hoca diye korkuyordum  biraz. Küçüklerde makam ve ufak yanlışlara ses çıkarmıyordu. Ma’un   Suresini de yanlışsız okumuşum ki  Hoca; “ Hepiniz diz üstü gelin dinleyin bakalım bu çocuğu” deyince , heyecanlandım.”Bakın kaç kişi geçemedi Ma’un Suresini. Bu parmak kadar haliyle bir haftada ezberlemiş. Daha kimse Fergap demedi. Oku bakalım  Ali Ma’un Suresin bir daha “ dedi. Besmele çekip okudum.”Devam et bildiklerini oku!” Dedi. İlkokul  beşinci sınıfa gidenler dahil   otuz kişiye yakın kocaman abi ve ablalar susmuştu. Çocukluk cesareti geldi galiba devam ettim. İnşırah suresi sondu. 

Bismillahirrahmânirrahîm,
“ Elem neşrah leke sadrek………,………, Ve ila rabbike ferğab” deyince
, başımdan beyaz fesim kapılarak anneme iletildi.  İkindi namazı çıkışı tekrar toplanılıp yenilecekti kavurga.  Annem, kavurga beyaz olsun , Kuzum’un yüzü kara çıkmasın diye, iki şinik kara buğday verip  bir şinik beyaz üveyik buğdayı alarak  hızlı bir şekilde  kavurgayı yapıp namaza gitmeden Hoca Efendi’ye teslim etti. Göz göze geldiğimizde  gözlerinin içi gülüyordu annemin. Bu hafta sadece benim kavurgam yenecekti. Hoca kavurgayı oturduğu yerdeki rahlenin kenarına koydu,bir ablaya teslim ettikten sonra haydin bakalım erkekler abdestlerini alsın, namazdan sonra duasını edip kavurgayı yiyeceğiz. Kızlar siz biz gelinceye kadar okumalarınıza devam edin” diyerek camii önündeki çeşmeye abdest almaya çıktık.Ben de abdestimi  aldım . Ezan okunuşu bittikten sonra  namazımızı kıldıktan sonra  okuduğumuz odaya toplu halde gidiyorduk. Kavurga haberi duyulmuş olacak ki  cemaatten birkaç kişi aramıza katılınca   Hoca onlara, “ bu dualı kavurga çocukların hakkı” diyerek engelledi.  Hoca  içeri girince sessizliğe büründük. Gözler yiyeceğimiz kavurga üzerine yoğunlaşmıştı. Hoca Efendi,  bir çok övgülerden sonra güzel de bir dua etti.  Bir şinik  kavurgada avucuyla ilk önce bana verdi.”Bakın çocuklar, el terazi göz mizan diyerek dağıtıyorum. Bazılarınıza  az bazılarınıza çok olabilir. Şimdiden bir birinize helal edin .Kul hakkının altından kalkılmaz.Dökmeden yiyin, nimet yere düşmesin”  diye uyarılarını  yaptı. O kadar tatlıydı ki , bir çırpıda yemiştim ve yiyenlerin o mutlu halini izlemiştim.

        Kavurgalar yenildikten sonra hoca  kapının önüne geçti. “Dinleyin bakalım!” Bir aydır sureleri ezberleyememiş olan büyük abi ve ablalardan on kişi kadarını kaldırdı. Beni de çağırdı. Kaldırdığı çocuklara dönerek,“Utanın be utanın, bu yumruk kadar çocuk bir haftada namazda okuyabileceğimiz sure ve duaları  ezberledi . Burası köroğlanların ağılı değil!” diyerek, elindeki sopayı havada sallayarak her an vuracakmış gibi  yüksek perdeden konuşuyordu. Ayakta olan kızlar korkudan birbirlerine sarılır gibi sıkışmışlardı. İyice şaşırmış ve kokmuştum. Hoca, “Yakarım bakın, başladığınız işi bitireceksiniz. Benim öfkem,sizin Allahın gazabından kurtulmanızı sağlayacak, keşke  benim bilmediklerimi de bana öğretseler, bana da bağırıp çağırsalar” diyerek  gelecek günler için  bir öğrenme coşkusu yaratmaya çalışıyordu. Sonraki yıllarda, sureleri bildiği halde” ben on günde sureleri ezberledim ama, valla hocanın öfkesinden okumak istemedim”  anlatılarını dinlediğim oldu.  Korku, şaşırmışlık, başarı, mutluluk karışımı içinde  dağıldık. Ancak bir müddet lastiklerimi bulamadım. Karışıklıkta aşağıya düşmüş. Yalınayak, çorap yok zaten, geçirdim ayağıma, neşeyle eve doğru koşmaya başladım ki; Benim yüzümden  gururları incinen abla ve ağabeyler  tuttular.. ”Ulan gavur gözlü, alemin akıllısı sen misin, atlı mı kovaladı seni, itoğlu it, üç günde ezberleyecek ne vardı, senin yüzünden  o kadar laf işittik, dayak yemişten beter olduk “ diyerek altı yedi kişi beni tokat, yumruk iyi bir dövdüler… Annem, arkadaşlarım gelip benim gelmediğimi görünce  , merakla camiye doğru gelirken, dövenler de birisi fark etmiş ki, ”kaçın anası geliyor” deyince, dağıldılar. Annem “Kanınız altınıza aksın, ermiyesiceler, yumruk kadar çoçuğu bir olmuş dövüyonuz !  “ kızlarda ayrı bağırarak “ pürçekliler, ne yaptı bu çocuk size, gelinlik kız oldunuz, sokakta parmak kadar çocuğu dövmeye utanmadınız mı ? Allah’ınızdan bulun emi “ diyerek bana  sarıldı. “Baban burada olaydı görürdü onlar, ne oldu? “ Diye sordu. Beni dövenlerin sureleri okuyamadıkları için hocanın onları azarladığını, dağılınca da  burada yakalayıp dövdüklerini içimi çekerek anlattım. Annem, elimden tuttu. “Yürü” diyerek, camiye doğru yöneldik . Annem kendi kendine, “Baban burada olaydı yapamazlardı  tabi emme, valla arsızlığımı alırsam elime hepisinin golunu ganadı kırarım, şunlara bak Ali kıran baş kesen  olmuşlar şimdiden ”  diye bir çok şeyler söylendi. Kendimi suçlu sandım. ”Babam 1957-58 yıllarında Ankara Numune Hastanesine işçi olarak girmiş, köyümüzün dışarı açılmasına ilk öncülcük edenlerden olmuştur. Aynı hastaneden onlarca köylümüz ve çevre köylerden emekli olmuş ve Ankara’ya yerleşmişlerdir.                         

        Annem  hızlı yürüyor,gözleri ve bastığı yerden ateş çıkıyordu sanki,Hoca Efendi’yi  yakaladı,   bağırarak “ yazıklar olsun sana hoca efendi!  Hem çocuğumun kavurgasını yerler, hem de niye çabuk ezberledin diye  çocuğumu döverler, onlar mankafaysa biz ne yapalım. Sen nasıl hocasın, niye dövdürdün?” Diye ağlayarak söylendi. İmam şaşkın, bir bana bir anneme baktı. ”Bak Satiye abla, inan şimdi duydum. Ben onlara sorarım sen meraklanma. Allah bağışlasın. Ali, çok akıllı maşallah.Tek tek olsa onlara dövülmezdi. Bak bir şeyi de yok, değil mi Ali ?” diyerek başımı okşadı. Annem’in de bu konuşmadan sonra biraz rahatladığını hissettim. Eve doğru dönerken Annem soranlara olayı elimi bırakmadan birkaç kere daha anlatmak zorunda kalmıştı.

       O günden sonra mahalle mektebine sadece güreş tutmak için gittim. Yaşantımın ilk başarı ödülü güzel bir dayak yemem olmuştu. Yıllar yılı Annem’in hüznü, benim iç çekişlerime rağmen, gülerek anımsadığım anı olarak kaldı. Abi ve ablalara da hiç kin tutmadım.Yıllar sonra öğretmen olduğumda onlardan bir çoğu, “ daha çocukken okuyacağı belliydi bunun, birkaç günde sureleri ezberlemişti” gibi iltifatla karışık çok söz eden olmuştu.

       Hoca Efendi  ile her karşılaştığımızda  , “Ali sen çocukken de çok akıllıydın maşallah” sözleriyle muhabbete başlar, tembel çocuklara nasıl kızdığını yorulmaksızın anlatırdı.  

                                                                                                                                                      

İÇİMDEKİ ÇOCUK

İçimdeki çocuk  seslendi

Bir günlüğüne kuş ol!

Serçe olsana

Çok severim onları

Baharın neşesi

Ürkek ,kararlı ,paylaşımcı…

Tamam dedim

Kapattım gözlerimi,

Uçmak için

Pencereden çıkmam gerekirdi.

Açılınca  kapı

Ham yaptı bir kedi

Kaçamadım…

 Çığlığımla uyandım  uykudan

Oh beeee !

Rüyaymış dedim…

Tekrar seslendi içimdeki çocuk

Biraz kızgın ve telaşlı,

“Neden korkup uyandın,

Kurtaracaktım seni

Uçacaktın!”

Şaşırdım!

Çocukluğumla

Büyümüşlüğüm arasındaydım…

Uyanmasaydım keşke,

Kalsaydım rüyamda…

Kurtaracakmış  beni!

 Tüh yaaa!

Uçamasam da

Oynardım kuşlarla…

N’olursun

Küsme içimdeki çocuk,

Gel rüyalarıma!

Yeter ki sen iste!

Serçe de olurum,

Kuyruklu uçurtma da!.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Küçük Arşivi