Ali Küçük

Ali Küçük

HOŞ GELDİN ALİ KÜÇÜK ÖĞRETMENİM

Yeni köşe yazarımız emekli İl Milli Eğitim Müfettişi Sayın Ali Küçük, bundan sonra şiirleri ve yazıları ile sizlerle olacak ve www.usakgundem.com haber internet sitemize eserleri ile renk katacaktır.

Ali Küçük öğretmenimize “Hoş geldin” diyor ve başarılar diliyoruz.

Yazar-Şair Ali Küçük ilk yazısında kendi Küçük, yüreği dev merhum Ecir’in Mehmet dedesini ve “Küçük” soyadını nasıl aldıklarını kendi üslubunda trajikomik bir şekilde anlatıyor ve bu duygularla yazdığı güzel şiiirni de siz okurlarına sunuyor.

YAZ  EFENDİ  KÜÇÜK YAZ

         Türk Ulusu bağımsızlığını kazanmış, Cumhuriyet kurulmuş, ilk onuncu yılında aydınlanmanın hızla yürüdüğü, Atatürk Devrim İlkelerinin hayata geçirildiği Anadolu'nun köylerinin birinde, İstiklal Savaşı madalyalı gazisi Ecir’in Mehmet, “Yaz Efendi!  “KÜÇÜK” yaz diyordu.

         1934 Soyadı Kanunu yürürlüğe girmiş, Türk Ulusu’nun kurtarıcısı Mustafa Kemal’e Türkiye Büyük Millet Meclisi,”ATATÜRK” soy adını vermiştir.Artık Türk insanı birey olma bilinciyle kendi kimliğine kavuşacaktı. Lâkap, sülaleden gelen “Ahmet oğlu Mehmet-Hasan oğlu Hüseyin “diye çağrılmayacaktı.

        Ilgaz ve Köroğlu Dağları’nın rüzgârı ve güneşi içine hapsettiği güzel bir gündü. … Köyün halkı tatlı bir telaş içinde şehirden gelen memurların, köy heyeti ve bilirkişilerin de onayıyla insanlara uygun gördükleri soyadlarını kaydediyorlardı. Daha çok, o güne değin aile büyüklerinin kendileriyle özdeşleşmiş yaşam biçimlerini anlatan kişiler öne çıkıyordu. Bazılarına çok çam kestiklerinden “çamcı”, bağları olanlara “üzümcü” yazılırken; diğerlerine de sütçü, yoğurtçu, oduncu gibi soyadları art arda veriliyor, kahkahalar atılıyordu. Bir ara sesler kesilince görevli memur; “Artık, gelecek yok galiba muhtar!” diyecek oldu ama sanki söz boğazında kalakalmıştı. Karşıdan aksayarak, yanında on yaşların da erkek çocukla gelen orta boyluca , eli bastonlu, kolu çolak bir adamı gördü. Memur; “Muhtar şu küçük adama da soy adını verelim, herhalde herkes tamamlandı.” diye daha sözünü bitirmeden, muhtar avuçlarını açarak memurum önüne doğru eğilip,öfkeli ve kızgın bir sesle;“Memur bey ne yapıyorsun,? O küçük dediğin adam, köyümüzün Dokuz yıl Yemen ve Çanakkale'de savaşmış madalyalı gazisidir. Nasıl konuşuyorsun öyle?” Deyince, memur yanlışını anlamış, yerinden kalkarak küçük adam dediği Ecir’in Mehmet’in önüne gelip, ellerini tutup diz çökerek; “Bağışla Gazim! Ben o anlamda söylemedim. Sen bütün isimlere lâyıksın. Ne dersen onu yazalım, bağışla beni!” diye dil dökmeye başlar. Pişmanlığını birkaç kez yinelemekten kendini alamaz. Gözlerinden yaşlar ip gibi iner. İhtiyar heyeti üyeleri ve diğer bekleyen köylüler de bu içtenliğin karşısında duygulanırlar.

          Ecir’in Gazi Mehmet’i bir müddet memurun söylediği ‘küçük adam’ sözünü düşünürken, yalvarışın pişmanlığı algılamaya çalışıyordu. Bir anda gerilere, geçmişe gidiverdi. Kızılcıktan yaptığı bastonunu sağ dizine destek yaparak doğrulurken askere alındığı günü anımsar.

Daha dün denecek günlerde ne kadar da güçlüydü! O günlere dek vilayetini bile görmeden; Yemen,Çanakkale demeyip cepheden cepheye savaşamayacak duruma düşerek köye döndüğünde de savaş kaçaklarıyla da mücadele emişti.Kurtuluş savaşında, Ilgaz İlçesinden Çankırı’ya kadar kağnı arabasında, topal ve çolak haliyle mermi taşıdığı günler geçti aklından film şeridi gibi.“Neyse ki, yendik yedi düveli, kurduk Cumhuriyeti” diye içten içe mırıldandı. Memurun, “Ne olur Gazim, bağışla!” sözüyle kendine geldi.“Tamam, evlât yaz bakalım” deyiverdi. Memurun “Ne yazayım gazi, kahraman, hangisini istersin? Sözlerini hayal meyal anımsıyordu. O üç şehit arkadaşının arasında iki gece yattığı Çanakkale’yi düşlüyordu. Devrekâni’li Osman, Daday’lı Mustafa vurulduklarında, siperde iken akan kanları omzundan tüm vücuduna bulanmış, durmanın anlamı yok diyerek  mavzerini düşman üstüne sıkmaya başladığını anımsadı.Sonrasında ne kadar zaman geçti bilmiyordu.Bağrına bir el değdiğini hissetti . Yüzü koyun yatar durumdan sırt üstü çevrirken ; Bu Memet yaşıyor bu Memet yaşıyor sedyeye alın!” Diyen, masmavi  gözlere uçar gibi kanatlanmıştı. ‘Mustafa Kemal’di  hayatını kurtaran kahraman.Yüzlerce şehitlerin sessizliği, yaralıların figanı,toz duman,barut kokuları içinde hiç ölüm korkusu hissetmemişti ve öldürmeyen Allah öldürmemişti. Hayatı boyunca Mustafa Kemal’i, Atatürk olduktan sonra da hiç göremedi.anımsadığı her an gözleri dolardı..

‘Küçük adam’ demişti memur, ‘haklıydı belki’ diye düşündü. Şehit olmayı beceremedin, elbet küçük görüneceksin, kahramanlık senin neyine diye iç çekip, o cepheden bu cepheye geçerken, “memurun ‘Kahraman’ yazıyorum Gazim!” deyişiyle irkildi. Yeni uykudan uyanıyor gibi başını sağa sola sallayıp, " Neden kahraman yazacaksın ki? Dedi. Memur "yarın çocuklarınız, torunlarınız sizle övünür,gurur duyarlar". Gazi biraz sinirli bir ses tonuyla, elindeki bastonun ucunu tahta masaya hafifçe bir iki kez dokundurdu.

       “Evlât  evlat, kimsenin bir başkasının yaptığıyla övünme hakkı yoktur. Ben kolumu, ayağımı, gençliğimi bu vatan için verdiysem, çocuklarım ve torunlarım da mutlaka bir katkıda bulunmak zorunda. Övünmek için değil, daha onurlu yaşamaları ve namerde muhtaç olmamaları için yapmalılar.Yapacaklarına da  inanıyorum Kahramanlık bizim neyimize! Yaz efendi, sen "KÜÇÜK yaz!”‘Yaz’ diyordu, tekrarlayıp yineliyordu. Memur kalkıp, Gazi’nin ellerine yapıştı. “Ne olur Gazi'm, affet beni! Ben bir densizlik yaptım” diye dakikalarca dil döktü ama nafile…

          Ve ‘küçük’ yazıldı İstiklal  Savaşı’nın madalyalı gazisi Ecir’in Mehmet’in soy adına.

Mehmet KÜÇÜK’ olarak girdi kayıtlara. İnebolu’dan, Afyonkarahisar’a uzanan yolların kağnı sesleri, Şerife Bacıları, öküz ve tekerlek ölüleri, ‘Çanakkale Türküsü duruşunda içine akarken, biraz öncesinin küçük gazisi şimdi   “Mehmet KÜÇÜK”  olarak dönüyordu evine. Öteliyordu içindeki gururu, yüreğinin büyüklüğüne… Biliyordu ki; soy adını taşıyacak olan çocukları ve de torunları da, kahraman dedelerinin onurlu duruşu ve tevazusunu kendi çıkarları için hiç ama hiç kullanmayacaklardı. Bir küçük görünümlü insanın, milletinin gönlünde nasıl büyüyebileceğini, kendisini büyük sananlara anlatacaklardı.

 O günkü duruşun büyüklüğüne yakışan direnci göstermek, özgürlüğe ve aydınlanmaya devam edeceğimize sözümüz vardır!” andı ve Mustafa Kemal Atatürk ile göz göze geldiği yaşama dönüş çizgisindeki “Bu Mehmet yaşıyor ,sedyeye alın!” Sesi, kulaklarında çınlarken, torunlarından birinin bu tevazu ve vatan sevgisini mutlaka yazacağını o günden görüyor, oğlu Mustafa'ya "haydi oğlum gidelim eve" derken,mahcupluk ve kahramanlık onurunu bir arada  taşıdığına  inanmış halde gülümseyerek yürüyordu…

 YEMEN  TÜRKÜSÜ’NDEN

       İZMİR  MARŞI'NA

Yanık  bir  türküdür  sesin!

Yemen’den mi  geliyorsun?

Can yoldaşı  Şahin Bey’ in

Antep’ ten mi  geliyorsun?

       Çöllerindeydin  Fizan’ ın,                      

        Akka Kalesi mizanın,

        Erzurum’da  tabyaların

        Maraş’ tan mı geliyorsun?

İnanmışım, kurşun  geçmez!

Çanakkale  hiç  geçilmez!

Sam  yelleri  bize  değmez

Urfa'dan mı  geliyorsun ?

           Kapkara  da  olsa  sisler,

           Binler, on binler  ölseler,

           Durduramaz ki  denizler

          Samsun’ dan mı  geliyorsun?

Bağlanmayız  zincirlere,

Tutkundur  özgürlük  bize.

Buna  derim  kıyam diye

Sivas’tan mı  geliyorsun ?

           Sakarya’da durdu zaman,

   İnönü’de  cephe yaman!

           Şafak söktü Ankara’dan

          “Karar” dan mı geliyorsun?

Destanımsın  Kocatepe!

Mahşer  yeri  Çiğiltepe!

Yedi  düvel  geldi  dize

Afyon’dan mı  geliyorsun?

          Dumlupınar  ne  kalkıştı!

          İzmir  canla  kucaklaştı

        Vatan, senle  bayraklaştı!

        Uşak’tan mı  geliyorsun!

       ATATÜRK’ e  benziyorsun                          

                     Eğitimci/Şair

                      Ali KÜÇÜK

        Ecir’in Memed’in  Torunu

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Küçük Arşivi