Garip

Gençlik yılları film karesi gibi aktı gözlerinin önünden. Değirmende tek başına çalışır, değirmen taşlarının bakımını yapar, her zorluğu kolay halledilir bir işmiş gibi hiç oflamadan yapıverirdi. Buğdayların kendine has kokusuna aşinalığı, mısırların kırmızı sarıya çalan rengine yangınlığı vardı hep.

Sabahları değirmenin sahibiymiş gibi işe koyulur, ilk kaz ve tavukların kümes kapısını aralar, sonra köpeğin yemeğini hazırlayıp önüne koyardı.

Yaz gelince bir başka güzelliğe bürünürdü değirmen. Leylak ağaçları salkım saçak pembe mor, sarı, kırmızı ve beyaz güllerin büyüsü, meyve ağaçları nazlanır gibi sallanan dalları ve değirmenin önündeki yemyeşil meydandaki ulu ceviz ağacının heybetli duruşu.

Bir özledim ki diye iç çekti Musa Efendi. Eski günlerin haşmetli büyüsü vardı hep hafızasında. Değirmen sahibinin bütün evlatları gelirdi Ağustos ayında. Bir şenlenirdi ki değirmen. Bahçedeki fırın ateşlenir, tepsi tepsi börekler, haşhaşlı kuvrımların lezetli kokusu sarıverirdi etrafı.

Akşam leylak ağaçlarının önüne kurulurdu masalar. Güllerin kokusu yemeklerin etrafını sarıp sarmalardı.

Bir şarkı salınırdı radyodan geceye. Mutluluğun hareleriyle raks ederdi kahkahalar.

Musa Efendi’nin iki damla gözyaşı aktı yanaklarına.

İslam Köyü’nün orta yerinde tek oda bir hanede yatıyordu hiç yatağından kalkamadan. Hatıraları dolanıp duruyordu etrafında taze ve canlı...

İslam Köyü’nün yardımsever insanları bakıyordu artık O’na.

Odanın duvarında bir çiviye takılı ceket ve şapkasına baktı uzun uzun. Bir bunlar kalmıştı eski zamandan. Hatıralarına sinmiş gerçek ve sahiciydi bu yıpranmış ceket ve şapkası. Sonra duvarda asılı duran rengi solmuş karısının fotoğrafına asılı kaldı bakışları.

Sanki her gece yanına çağırıyordu kendisini. Derin bir nefes aldı, sonra gözleri sabitlenip son yolculuğuna dalıverdi gözleri.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi